25 Kasım 2013 Pazartesi

Emre Aydın Konseri

Emre Aydın ilk albümünü çıkardığında üniversite son sınıftaydım. Hepimizin diline dolanmıştı "Hareket Vakti" isimli şarkısı. Arkadaşlarımla birlikte Taksim'de bir barda dinlemeye gitmiştik. Canlı performansını ilk defa orada izlemiştim, çok da sevmiştim.
Geçen hafta tekrar gittim Emre Aydın'a. Bu seferki konseri oturmalı düzende İş Sanattaydı. İş Sanatta konser vermek özellikle Emre Aydın gibi barlarda şarkı söylemeye alışkın biri için sanırım oldukça zordur ama Emre Aydın çok güzel bir akşam yaşattı hepimize ve hiç zorlanıyormuş gibi değildi.
Akustik havada geçen konser kulağımızın pasını sildi resmen .) O şarkıları söyledikçe zamanın ne kadar çabuk geçtiğini farkettik aslında...Üzerinden 7 yıl geçmiş ilk albümünün.. Ama o kadar da etki bırakmış ki şarkılar, sözlerini unutmamış hala..
Konserde Emre Aydın'ı dinleyince, konserin olduğu yerin ve konseptinin değil söyleyenin sesinin ve enerjisinin önemli olduğunu anladım.
Bir yanda gece yarısına doğru başlayan, dinleyenlerin ayakta olduğu, sürekli bir uğultunun olduğu ve alkolun hakim olduğu bir konser anı bir yanda ise sessiz seyircilerin oluşturduğu, oturmalı düzende ve saat 8'de başlayan bir konser...
İkisinden de son derece keyif aldım. Geçen 7 senede Emre Aydın aslında hem hiç değişmemiş hem de kendini çok geliştirmiş..
Sonuç olarak, Emre Aydın'ı herhangi bir ortamda canlı dinlemenizi tavsiye ederim.

19 Kasım 2013 Salı

Çay Bardağı Koleksiyonum

Her gün iki demlik çay içilen bir evde büyüdüğümden olsa gerek, çay bardakları büyük yer kaplıyor çeyizimde. Porland'ın çay tabaklarını tek tek satması ve Paşabahçe'nin Heybeli Çay Seti sayesinde çeşitli kombinler de yapabilecek olmama rağmen, halen girdiğim züccaciyelerde gözüm çay bardaklarına takılıyor, son anda frenliyorum kendimi..

Paşabahçe Heybeli Çay Seti'ni Migrostan annem çeyizim için almıştı. Bir kutuda 4 tane satıldığı için 3 kutu alarak 12 kişilik set yaptı. Bende Porland'da kaya & maya ve kelebekler vadisi olarak geçen çay tabaklarından altışar tane aldım. Böylelikle Heybeli'nin bardaklarını o serilerle kullanarak kendime iki farklı çay seti daha yapmış olacağım.


İstanbul çay bardağı takımını Porland'da yüzde otuz indirimin olduğu bir gün aldım. Pembe çay takımını ise ( Gürallar, romans serisi )A101 marketinde gezerken tesadüfen gördüm ve 6 tanesi 15 tl olunca almadan duramadım.
Fatmanın Eli desenli bardakları ise bir Migros ziyaretim sırasında keşfedip aldım.
Ve son olarak, yaş itibariyle büyük misafirlere çay ikram etmek için ise internetten Seden çay setini aldım. Farkedildiği üzere, diğer çay bardaklarımın hepsi ya çok desenli ya çok renkli :) Nişanlım sürekli "çok renkli bir kişiliksin" diyor, onu haksız çıkarmış olmayayım bende diye ne kadar renkli şey varsa dolduruyorum çeyizime :)) Şaka bir yana bu kadar renkli ve spor tarzdaki ürünlerin yanında bir tanede klasik çay takımı eklemek istedim. Bu nedenle fiyat olarak uygun bulduğum bu seti aldım. Bu kadar bardağı kullanabilecek miyim derseniz orası muamma :) Ama insan heves edince, hepsinden almak istiyor işte...

13 Kasım 2013 Çarşamba

Kapadokya Gezimiz

Yıllardır isteyip de bir türlü gidemediğim bir yerdi benim için "Kapadokya". Ya zamanım olmadı ya param.. İkisinin de olduğu zamanda ise birlikte gidebileceğim kişilere uymadı tarihler. Tur programlarının bir günü hafta içine gelecek şekilde en az üç günlük olması, beraber gitmek istediğim arkadaşlarımla aynı tarihlerde izin alamamak hep ertelememe sebep oldu Kapadokya tatilini. Farklı ülkelerden, farklı kültürlerden insanlar gidebilirken ben İstanbul'dan gidemedim bir türlü. Ancak geçtiğimiz ay, sonunda başardım gidebilmeyi :) Bunca zamandır gidip görmediğim için pişman olurken, sonunda gidebildiğim için ise çok mutluyum.
Nişanlımla internette gezerken bonubon adlı bir fırsat sitesinde "Haftasonu Kapadokya Tatili " reklamını görünce ilgimizi çekti ve içeriğini incelemeye başladık. Fırsat gerçekten de bizim için fırsat gibiydi :) Hem izin almamızı gerektirmeyecek, hem de bütçemizi sarsmayacak bir tatil bulmuştuk. İkimizin de daha önce hiç gitmemiş olması ve ilk defa birlikte keşfedecek olmamız ayrı bir mutluluk veriyordu üstelik. Fırsatı satın almadan önce elimize takvimi alıp ne zaman gidebileceğimizi düşünmeye başladık. Otobüsle uzun saatler yolculuk yapacağımız için gidebileceğimiz en uygun tarihin 25-27 Ekim olacağına karar verdik. Döndüğümüzde yorgun bile olsak en azından 28 ekim yarım gündü ve günün kalanını evde uyuyarak geçirebiliriz diye planladık.Ve daha sonra da, çok sevdiğimiz iki arkadaşımıza da gelmek isteyip istemeyeceklerini sorduk. Biz bir çılgınlık yapıyorduk, otobüsle on saat gidiş on saat geliş olacak şekilde bir yola gidiyorduk hem de adını ilk kez duyduğumuz bir turla..Bize siz deli misiniz demek yerine deliliğimize ortak oldular ve onlar da bizimle birlikte gelmeye karar verdiler. İyki de geldiler...Onlarsız eksik kalırdık sanki..
Cuma akşamı tur otobüsüne bindiğimiz andan itibaren herşey eğlenceli birer anı halini almaya başladı. İstanbul'dan Zincirlikuyu'dan hareket ettikten sonra, tur şirketinin görevlisi kendi reklam filmlerini çekmek üzere otobüste bulunan kameramanı tuvalette unuttu :))Dördümüz birbirimize bakakaldık ve bizi neler bekliyor acaba diye düşünmeye başladık. Kameramanı Kadıköy'de diğer yolcuların alındığı duraktan otobüse geri aldık ve yolumuza eksiksiz bir şekilde devam ettik. Gece yolculuğu sırasında zaman zaman uyuyabilsek de asla uykumuzu verimli şekilde alamadık. Cumartesi sabahı Kapadokya'ya vardığımızda bizi gökyüzüne yükselen balonlar karşıladı. Balonların hepsini aynı anda havada görmek çok güzel bir manzara..
Balonları gördüğümüz anda rehperimiz istersek 1 saatlik balon turu yapabileceğimizi, balon turunun bitiminde sertifika alacağımızı ve şampanyalı kutlama yapılacağını anlattı. Balon turunun fiyatının ise 240 tl olduğunu söyledi. Biz fiyatın çok yüksek olması nedeniyle balon turu yapmayı tercih etmedik. İyki de etmemişiz :) Balonla yukarıdan Kapadokya'yı seyretmek eminim çok farklı bir deneyimdir ama kısıtlı sürede o kadar çok yer gezdik,o kadar her anı dolu dolu geçirdik ve yorulduk ki bir de balon turu yapsaymışız muhtemelen etrafa bakamadan balonda uyuyakalırdık:)
Kapadokyaya varır varmaz otelimize yerleştik. Otelimiz Kaymaklı olarak geçen bölgede, Crystal Spa Kaymaklı Otel idi. Rehperimiz odalara eşyalarımızı bırakmak ve kahvaltı etmek için yarım saatlik bir süre verdi. Kahvaltıdan sonra hemen gezmeye başladık.
İlk durağımız Kaymaklı Yeraltı Şehri idi. Gidecek olan kişilere mutlaka müzekart çıkartmanızı tavsiye ediyorum, Kapadokya'da gezeceğiniz yerlerde bile müzekart parasının yarısını çıkartmış oluyorsunuz zaten.. O yüzden biletle uğraşmaktansa müzekart çıkartmak çok daha mantıklı.
Kaymaklı Yeraltı Şehri,eskiden savaş esnasında saklanılmak için kullanılıyormuş. Tüf kayalara oyulmuş bu yeraltı şehri, geçici olarak yaşanabilmek için gerekli şartların hepsine sahip. Dar koridorlarla birbirlerine bağlanan oda ve salonlar, şarap depoları, su mahzenleri, mutfak ve erzak depoları, havalandırma bacaları, su kuyuları ve kiliseyi içeride görmek mümkün. Ancak hiç güneş görmeden insan vücudunun çok dayanamayacağını da unutmamak gerek..
Yeraltı Şehri'nde koridorlar o kadar dar ve alçak ki çoğu yerden geçerken kafanızı eğmeniz gerekiyor. Kapalı yerde kalma korkusu olan bir insanın kesinlikle girmemesi gerekiyor. Ayrıca, dışarıda havanın sıcak olmasına ve montsuz dolaşılabilmesine rağmen, yer altı şehrinin içi çok serindi. İnsanlar eskiden orada nasıl yaşıyormuş diye düşünmeden edemiyor insan..
Yeraltı şehrindeki gezimizi bitirdikten sonra,Güvercinlik Vadisi'ne gittik. Güvercinlik Vadisi'nden etrafı seyretmek başlı başına bir keyifti. Rehperimiz etrafı seyrederken kayaların oluşumunu ve neden "peri bacaları" dendiğinin hikayesini anlattı. Kapadokya olarak tabir edilen bölge, üç volkanik dağın aynı anda patlaması ve püskürttüğü lav ve küllerin sonucunda oluşmuş. Rehperimizin dediğine göre aşırı yağmur yağdığı zamalardan sonra bile bölgede zaman zaman şekil değişiklikleri olabiliyormuş. Peri Bacaları denme sebebi ise çok eskiden yaşayan yöre halkı, kayaların biçiminden dolayı, burada yaşasa yaşasa periler yaşar diye düşünmüşler ve günümüze kadar gelmiş "Peri Bacaları" ifadesi.


Etrafı seyrettikten, manzarada ve nazar boncuklarıyla süslenmiş ağacın altında birkaç fotoğraf çekildikten sonra bir sonraki durağımız olan "Kapadokya El Sanatları Taş Takı Merkezi"ne doğru yola çıktık. Turla gitmemiş olsaydım açıkçası buraya uğramayı tercih etmezdim. Çünkü orada yaklaşık olarak yarım saat-kırk bes dakika vakit geçirdik. Tur bayan ağırlıklı olunca kimse takıların başından ayrılmak istemedi haliyle :)
Takı Merkezinden çıktıktan sonraki durağımız ise "Uçhisar Kalesi"ydi. Kaleye çıkan yolun başında duran deve ise kaleden çok ilgi odağıydı :)
Kaleden sonra ise sırasıyla Göreme Panaroma alanına ve Paşabağları'na gittik. Her ikisinde de gördüğümüz manzara karşısında büyülendik, peri bacalarını gezerken gerçekten bu yapıları yapsa yapsa periler yapmıştır diye düşünmekten alamadım kendimi :) Bu arada paşabağlarında gezerken atlı jandarmalarla karşılaştık. Bu da bize değişik geldi tabi :)
Daha sonra açlıktan bayılmak üzereyken sonunda tur rehperimiz yemek molası verdi. Yemek için gittiğimiz yer "Han Restoran" olarak geçen açık büfe öğlen yemeğinin olduğu bir yerdi. Ancak ne yazık ki rejimde olmam ve orada bulunduğum dönemde diyet listeme göre kırmızı et yemem gerektiğinden aç kaldım. Çünkü, açık büfe ve yetmiş çeşit yemek yapmalarına rağmen kırmızı ete dair hiçbir şey yappmamışlardı.Bu nedenle de pek tavsiye edilesi bir yer değil benim için.
Yemekten sonraki rotamız Avanos ve sallanan asma köprüydü. Köprü üzerinde yürürken bile sallanırken, biz birde ona salıncak muamelesi yaparak daha da çok salladık. Ama gerçekten çok eğlenceliydi, tavsiye ederim :)Köprüden Kızılırmak'ı seyretmek de inanılmaz keyifliydi. Keşke orada daha uzun vakit geçirebilseydik dedik..Gidecekseniz orada mutlaka Kızılırmak kenarında bir yürüyüş yapmalı yürüyüşün üstüne güzel bir kahve içmeli ve manzarayı seyretmelisiniz.
Sallanan köprüden sonra "Chez Ali" ustanın yerine çanak çömlek yapımını seyretmeye gittik. Seyretmekle de kalmadık bir sürü de alışveriş yaptık :)Ben aldıklarımı çeyizime koydum, ancak arkadaşım güveçi kullanmaya başlamış ve çok memnun kalmış. O yüzden tavsiye edebilirim.
Alışverişimizi tamamladıktan sonra Devrek Vadisi'ne gittik. Devrent Vadisi'nde oturan deveye benzetilen kayayla fotğraf çekildik ve ben yılın gafını yaparak oturan deve yerine "oturan boğa" dedim:) Hepimiz koptuk.
Bir sonraki durağımız ise Asmalı Konak'tı. Ağa dizi furyasını başlatan, dizi saatinde herkesi ekran başına kitleyen dizi...Konağı gezerken dizinin sahneleri gözümün önüne geldi. Ne kadar da büyük etki bırakmış üstümüzde ve ne kadar güzel bir konakmış orası oyle..
Asmalı Konak'tan çıktıktan sonra, yürüme mesafesinde olan Turasan Şarapları'na şarap tadımına gittik. Daha sonrasında da otelimize. Akşam yemeğini otelde yedikten sonra tur şirketinin anlata anlata bitiremediği "Yaşar Restoran"a eğlenmeye gittik. Yaşar Restoran olarak geçen yer, mağaranın içine yapılmış bir meyhane kıvamında.Eğlencenin başlangıç saatini kaçırırsanız ilk gösteri bitene kadar sizi içeri almıyorlar. O kadar da kuralcılar :))İlk gösteri semah gösterisi olduğu için dikkatlerini dağıtmamak için içeri almıyorlarmış. Eğlence programı semah gösterisi, roman dansı,folklor, horon, dansöz ve çeşitli canlandırmalardan oluşuyor. En son ateşin etrafında tren yapıp döndüğümüzü hatırlıyorum :) Program bittikten sonra dansçılar Türk Bayrağı açtı ve 10. Yıl Marşı çalındı ve turistler bile ayakta alkışladı. 29 Ekim öncesi olduğu için mi yoksa her seferinde mi bu şekilde yaptıklarını bilmiyorum.Eğlenceden sonra Uçhisar Kalesi'nin gece görüntüsünü izledik ve otelimize döndük. Dönüş yolunda hediyelik eşya satan dükkanların ürünlerini dışartma bırakmış olmaları bize çok enteresan geldi. 1 tlye kapadokya süs eşyası satan bir yere paramızı bırakıp hatıra olarak ürünümüzü aldık. Gece siftahı=)
Akşam yatağa kafamı koyduğum anda uyudum. O kadar gezdik ve bir gün içerisinde o kadar çok şey yaptık ki vücudum uykuya açtı resmen:)
Ertesi sabah kahvaltıdan sonra saat 09:30'da yola çıktık.İlk durağımız Narlıgöl'dü.
Narlıgölden sonraki durağımız ise Ihlara Vadisi'ydi.Ihlara Vadisi'nde üç saatten fazla kalmamıza rağmen yine de doyamadık oraya. O kadar güzel bir yeşil, o kadar güzel bir doğaki..İnsanın içine huzur doluyor orada yürürken. İçindeki çay bahçesinde oturup kahvemizi yudumladık,manzarayı seyrettik.O kadar keyifliydi ki..Giderseniz mutlaka bir tam gününüzü oraya ayırmanızı tavsiye ederim.
Ihlara Vadisinden sonra İstanbul'a doğru dönüş yolculuğumuza başladık.Dönüşte Tuzgölü'nde de bir mola verdik ve tuzların üzerinde çıplak ayak yürüdük. Tuzların üzerinde çıplak ayak yürüdükten sonra ayağımı yıkadığımda ayağım yumuşacık oldu, doğal peeling :)
Tuz Gölü'nden sonra uzun bir süre mola vermeden yolculuğumuza devam ettik. Artık karnımız guruldamaya başladığında, tur görevlisi yemek molasına yaklaştığımızı söyledi. Ancak, tam o sırada önümüzde upuzun bir kuyruk belirdi. İnternetten araştırdığımızda, zincirleme bir kaza olduğunu ve trafiğin kilometrelerce böyle devam ettiğini öğrendik. Kaptana bunu söylediğimizde, yolu değiştirdi ve bambaşka bir güzergaha girdik. Girdiğimiz güzergahta karşımıza ilk çıkan yerde de yemek molası için durduk. Bir anda bir otobüs dolusu insanı gören restoran sahibi ve çalışanları ne yapacaklarını şaşırdı:)Hatta sandalyeleri yetmediği için yan taraflarında bulunan otelden sandalye aldılar.Yüzlerindeki şaşkınlık ifadesi görülmeye değerdi :)
İstanbul'a gece 12 gibi vardık. Ve yine o akşam yatakta deliksiz bir uyku çektim :)
Özetlemek gerekirse Kapadokya mutlaka gidilmesi ve görülmesi gereken bir yer. Vaktiniz ve paranız varsa mutlaka 3-4 gün ayırmanızı tavsiye ederim.
Ancak vakit / para anlamında daha sınırlı birşey yapmak istiyorsanız haftasonu için de gidilinebilir. Ama giderken peşin olarak çok yorulacağınızı kabul etmeniz gerekiyor.

11 Kasım 2013 Pazartesi

Çeyizimdeki Tavalarım

Herkese merhaba,
İlk yazılarımı yayınladıktan ve çevremden olumlu yorumlar aldıktan sonra içimdeki yazmaya karşı olan istek ve merak daha da arttı. Kafamdan sürekli acaba şimdi neyi yazsam diye geçmeye başladı. Normalde de çok konuşan bir insan olduğum için yazacak konum da çok oluyor haliyle :)
Ama sonra düşününce tencere konusunun arkasına en iyi tava konusunun gideceğine karar verdim :) O yüzden de şimdi sizlere çeyizim için aldığım tavaları yazacağım.
Tavalar ile en çok yağda yumurta çeşitleri (patatesli, sucuklu,peynirli vb.) , sucuk ve hellim peynir kızartmaları yapmayı planlıyorum. Bu yüzden de sahan ağırlıklı bir tava alışverişi yaptım :)Her ne kadar 15 eylülden beri rejim yapsam ve o zamandan beri yağda yumurta / sucuk vb. şeyleri yiyemesem de elbet onları yiyeceğim günlerde gelecek diye düşünmek istiyorum :)



Bakır olan sahanı esseden %50 indirim olduğu bir gün 20 tlye, porselen olan sahanı ise Porland'dan 12.50 tlye aldım. Mürdüm rengi olan sahanı ise teflon tencerelerimle takım olması için Emsan'dan 20 tlye aldım.

Migrostan bu yaşıma kadar sadece abur cubur alışverişi yaparken ilk defa züccaciye reyonundan çeyizim için tava aldım. Mehtap marka kırmızı tavayı 10 tlye, axentia marka yeşil seramik tava setini ise 40 tlye aldım.Cem marka wok tavamı ise 20 tlye aldım.Wok tavada çin yemeği denemelerimi yapmak için sabırsızlanıyorum:)



Beşiktaşta gezerken ise gözüme ilişen Tefal Outletten grill tava aldım, sadece geçtiğimiz sezonun modeli olması nedeniyle indirime giren bu tavayı 40 tlye aldım.

Ve son olarak benden çok sevgili kuzenimin kullanacağı Papilla Romantik tavam :) Planım kuzenim bize geldiğinde eline tavayı ve malzemeleri vermek :) Ailemizin en küçüğü olmasına rağmen onun kadar lezzetli krep yapanımız yok :)Bu tavayı evmanya.com üzerinden 13 tlye aldım, sapının çıkıyor olması da benim için çok büyük bir avantaj çünkü bu kadar çok eşyayı nereye ve nasıl sığdıracağım konusunda endişelerim var :)

9 Kasım 2013 Cumartesi

Çeyizimdeki Tencerelerim

Merhaba,
Eskiden sürekli "evlenmem ben ya", "evlilik bana göre değil","züccaciye gezmek çok sıkıcı " gibi cümleler kuran ben, şu an çok hevesli bir şekilde ve kendimi resmen adamış olarak çeyiz alışverişi yapıyorum. Meğersem içimde bir yerlerde gizlenmiş bir evlilik ve ev eşyası merakım varmış da haberim yokmuş :) Şaka bir yana, belki de insannın hayatını geçireceği doğru insanı bulması ve bundan emin olmasıyla başlıyor herşey..
8 Haziran 2013'de nişanlandım ve 2014 yılında da evlenmeyi planlıyoruz.
Nişandan sonra,nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde kıyafet, takı vb. yönünde yaptığım harcamalarımın hepsini ev eşyasına kaydırmış durumdayım :)
Çeyizle ilgili araştırma yaparken pek çok çeyiz blogu olduğunu ve evlenecek insanların başkası neyi nereden ne kadara almış nasılmış konusunu merak ettiklerini ve fikir edinmek istediklerini farkettim. Bu nedenle bende blogumda çeyiz alışverişlerime de yer vermeye karar verdim.
Çeyizime ilk aldığım şey çelik tencere setim oldu:)Aslında bu da benim için çok ironik bir durum çünkü ben henüz yemek yapmayı bilmiyorum :)Gerçi asla da öğrenemem derken denediğim birkaç yemeği nişanlım beğenerek yedi ve sanırım doğru yoldayım .)Ve şu an bu yazıyı yazarken farkediyorum, o kadar çok tencere almışım ki sanırım içimde bir yerlerde de bir aşçı gizli :)
Nişanlımla Sefaköy Armoniparkta gezerken Karaca mağazasında "%50 indirim" yazısını gördüm ve içeriye girdim. Aslında sadece bakınmak için girdiğim mağazadan tencere seti alıp çıktım:) Mağazada çok başarılı bir satış danışmanı vardı, bana setin fiyatının ççok kısa süreliğine indirime girdiğini ve alan herkesin çok memnun olduğunu anlattı durdu. Tencere seti model olarak çok hoşuma gittiği için bende ona inanmak istedim ve aldım. İykide almışım çünkü aldıktan sonra gerçekten de setin fiyatı arttı ve şu an her yerde 350-375 tl arasında satılıyor. Ben ise 175 tl'ye almış bulundum.
Çelik tencere setinin adı Karaca Safran Tencere Seti ,kulplarının dizaynı sayesinde yemeği karıştırırken yada içine birşeyler eklerken işimi kolaylaştıracağa benziyor.

Teflon tencerelerimi ise Eminönü'nde Emsan bayisinden aldım. Teflon tencereleri set olarak değil, aynı ürünün bir pilav ve birde derin tenceresi olacak şekilde aldım. Mağazalarda tanesi 35-40 tl arası satılan tencereleri ikisini elli tlye aldım.





Seramik tencerelerin daha sağlıklı olduğunun söylenmesi ve teflondansa seramik alınmasına yönelik yorumlar okumam nedeniyle 2 tane de seramik tencere aldım. Seramik tencereleri de Esse'den yine yüzde elli indirimin olduğu bir zamanda aldım.


Ve son olarak, hem mutfağıma biraz renk katmak hemde sevimli şeyler kullanarak içimdeki çocuğu öldürmemek için 2 ufak tencere aldım. Domates şeklindeki tencereyi mudodan, yeşil tencereyi ise esseden aldım. Mudo tencerenin fiyatı 30 tl, esse tencerenin fiyatı ise 20 tl idi.Essede tencerenin adı cook & store olarak geçiyor.Mudodadan aldığım tencerenin aynısını bernardo ve başka mağazalarda da görmeniz mümkün.

Kurban Bayramı Rotamız/ Yunanistan Gezisi

Merhabalar,

Kurban bayramında nişanlımla birlikte dolu dolu ve çok güzel bir tatil gerçekleştirdim. Tatil rotamızı ve gittiğimiz yerlerle ilgili detayları anlatarak ileride aynı yerlere gitmek isteyenlere yardımcı olmayı ümit ediyorum.

Güneyli ( Saroz )

Ailemin yazlıktan İstanbula dönmemiş olması nedeniyle öncelikle bayramlaşmak için Saroz'un Güneyli Köyü'ne gittik. Ailem orada Orkide Sitesi'ndeki yazlıkta geçiriyor yılın neredeyse dokuz ayını..
Babamın çok yakın bir arkadaşını ziyarete gittiğimizde tanımıştık Orkide Sitesi'ni ve çok ama çok beğenmiştik. 1999'da aldığımız yazlığımıza, o seneden beri her yaz gidiyoruz. Ailem artık orada yaşıyor sayılır :) Bizde kardeşimle birlikte yazın haftasonları gidiyoruz. Senelik tatilimizin hepsini orada geçirmeyi tercih etmesek de oraya gitmeden de bir yaz geçiremiyoruz..
İstanbuldan araba ile Güneyli Köyü'ne yaklaşık 4 saatte gidebiliyorsunuz, Gelibolu'ya 8 km kala tabelasını görünce zaten Güneyli diye tabelada görünmüş oluyor.
Güneyli , sakin ve huzurlu bir yer. Denize girebileceğimiz 3 tane plajımız var. Orfoz olarak geçen yer otellere en yakın sahil. Orfoz sahili boyunca yazın açık olan küçük cafeler, restoranlar var. Plajı kumsal, denizi pırıl pırıl ama denizde ilerlesenizde derinleşmiyor. Çocuklar için çok cazip olmakla beraber, ben bu tarz denizde yüzmeyi sevmediğimden orfoza denize girmeye değil sadece sahil boyunda yürümeye gidiyorum. Yaz döneminde şezlong kiralayan bir çok yer var ama şezlongsuz da hasırınızla gelip kumda güneşlenmeniz mümkün. Orfoza yakın yerlerden günübirlik gelenlerde çok olduğu için yazın kalabalık olabiliyor, şezlong kiralamak isteyenlerin erken gidip yer bulmasında fayda var. Ortakoy olarak geçen plaj sadece Orkide Sitesi sakınlerine özel, kumsal yok onun yerine sahilde betondan yapılmış oturma yerleri var. Şezlong yada minder kiralayarak oturmak mümkün. Ortakoy iskelesi olan ve özellikle gençlerin en çok tercih ettiği yer. Yazın yüksek sesle müzik çalan, okey oynayabileceğiniz hareketli bir sahil. İskeleden girmeyip sahilden girmeyi tercih edecekseniz mutlaka yanınızda deniz ayakkabısı getirmeniz gerekiyor çünkü deniz kestanesi var ve ayakkabısız girmek sakıncalı. Bir diğer plajımız ise Fatma Kadın Koyu.Burası benim favori yerim.Sahilde şezlong kiralayarak oturmanız gerekiyor çünkü kumsalı yada düz betonu yok. Denize girerken yanınızda deniz ayakkabısı getirmenizde fayda var ama deniz ayakkabınız yoksada denizin girişine konan çuvalların üzerinden kestaneli bölgeyi atlatmak mümkün.
Deniz kestaneleri denize girişte çok kısa bir alanda var, o bölgeyi atlattıktan sonra ayaklarınız kuma basıyor ve muhteşem bir deniz sizi bekliyor.Körfez olması, denizin kendi kendini temizlemesi nedeniyle hep pırıl pırıl, 1999'dan beri denizde bir kere bile deniz anası görmedim sadece berrak su.. Denizi buz gibi olmakla beraber, birkaç kez girdikten sonra bağışıklık kazanıyorsunuz soğuk suya. Özellikle temmuz ve ağustos aylarında su soğuk oluyor, eylül ayı ise denizin en güzel zamanı...

Fatma Kadın Koyu'ndan 2 resim ;


Akşamları Sarozda yapılacak çok fazla birşey yok, Orfozda sahilde yürüyüş yapıp, sahilde nargile cafede nargile içmek yada Roma Dondurmacısında dondurma yemek dışında..
Eğlenmek isteyen yazlıkçılar genelde Gelibolu'daki barlara gidiyorlar. Ama kısa bir tatil için gittiyseniz huzur bulmak dışında bir beklentiniz olmuyor Güneyli'den..
Güneyliyi bu kadar anlatmak yeter :) Gelelim bayram tatiline..Ekim ayında gitmemize rağmen çok güzel bir hava vardı ve gündüz yarım kollu tshirtle üşümedik. Kahvaltıyı ve öğlen yemeğini bahçede yedik. Daha sonrasında da Orfoz sahilinde yürüyüş yaptık. Yazın bitmiş olması nedeniyle sahildeki çoğu cafe kapatmıştı, açık olan bir-iki yer vardı. Onlarda sanırım kapatmak için bayramın bitmesini bekliyordu. 12 ay açık olan Martı Otel ve sahildeki bir bakkal dışında her yer kapatıyor çünkü kışın..
Akşam hava bir anda soğudu ve biraz üşüyerek geçirdik akşamı. Ertesi gün ise kahvaltıdan sonra bir sonraki durağımız olan Yunanistan'a doğru yola koyulduk.

Gümülcine

Nişanlımın babaannesi Gümülcine'de yaşadığı için Yunanistan gezimiz Gümülcine'de onu ziyaret etmekle başladı. Gümülcine, Yunanistan sınırından yaklaşık 1 saatlik mesafedeki bir şehir. Yunanca ismi Komotini olan bu sevimli şehir neredeyse Yunan kadar Türk barındırıyor içerisinde...
Nişanlımın babaannesi ile bayramlaştıktan ve biraz soluklandıktan sonra şehir merkezine dolaşmaya gittik.
Şehir merkezinde İstiklal Caddesi'ne benzeyen, trafiğe kapalı bir caddeleri var. Cadde boyunca yanyana cafeleri,barları ve restoranları görmek mümkün. Öğrenci şehri olması nedeniyle de gecesi de gündüzü kadar hareketli ve kalabalık..
Girdiğiniz cafelerde Türk çalışanlarla yada Türkçe bilen çalışanlarla karşılaşmanız mümkün, ayrıca insanlar çok sıcakkanlı ve yardımsever yaklaşıyorlar.
Ana caddeyi boydan boya gezdikten sonra, ara sokaklarda dolaşmaya başladığımızda dikkatimi börekçiler çekti ve pis boğazlığıma engel olamayarak börekçiye girdik. Börekleri gerçekten çok lezzetli ve denenmeye değer..
Börekleri afiyetle yedikten sonra gezmeye devam ettik. Gezerken, 1885 yılında Osmanlı döneminde yaptırılmıs Saat Kulesi çıktı karşımıza.. Fotoğraf çekme meraklısı bir insan olarak bir kaç kare fotoğrafını çektikten sonra güzel bir cafede oturup güzel bir kahve içtik.
Daha önce ağustos ayında 2-3 günlüğüne Gümülcineye gelmiştim ve ozaman şehir merkezini gezmeye fırsat bulamamıştım. Ancak bu sefer tam anlamıyla gezebildim. Gezicek çok yeri olmasa da, kısa sürede tüm şehri dolaşabilseniz de keyifli bir yer Gümülcine..
Ağustosta geldiğimizde ise vaktimizin çoğunu "Fener" de denize girerek geçirmiştik. Fener, yanyana işletmelerin bulunduğu deniz kenarında güzel bir yer. Üstelik Türkiyedeki gibi şezlonglar için herhangi bir ücret almıyorlar,sadece yediğinizi yada içtiğinizi ödüyorsunuz plajdayken.Yaz aylarında yolunuz Gümülcineye düşerse mutlaka Fener'de denize girmeli ve suyun keyfini çıkarmalısınız.
Gümülcinede bir gece kalddıktan sonra ertesi sabah erkenden yine düştük yollara..

Kavala

Arabada yol kenarlarında bulunan, içinde mum yanan kilise maketine benzer şeyler dikkatimi çekti. Nişanlıma bunların ne olduğunu sorduğumda, onların orada ölen bir kişinin anısına ailesi tarafından yaptırıldığını söyledi. Yol boyunca onlarla karşılaştığımda içimi bir hüzün kapladı, kendimi kötü hissettim..Yolun kısmen boş olduğu bir anda resmini çektim, umarım kimse bu hareketimi saygısızlık olarak algılamamıştır.

Gümülcüneden çıktıktan yaklaşık olarak 45 dakika-1 saat sonra Kavalaya vardık.Kavala deniz kenarında çok güzel turistik bir şehir. Şehre girerken 16.yüzyılda, Osmanlı döneminde yapılmış olan Su Kemerleri'nin altından geçtik ve bir an için kendimizi Fatihteymiş gibi hissettik :)


Araba ile Kavala şehri içinde bir tur attık, Kavala Kalesi'ni gördük ancak arabayı park edecek boş alan yada müsait otopark bulamadığımız için kaleyi gezmeye gidemedik. Kaleyi gezmek yerine arabaya Kavala kurabiyesi alıp afiyetle yedik .) Kavala Kurabiyesi bizim un kurabiyelerimize benzeyen, içi badem dolu bir kalori bombası..Ama tadı enfes.. Mutlaka denemelisiniz :)
Kavaladan bir sonraki durağımız olan Taşoz adasına ulaşmamızı sağlayacak Keramotiye doğru yola çıktık.
Kavalanın çıkışında karşılaştığımız tabela bizi şaşkınlığa sürükledi. İnsanlar bize çok sıcakkanlı davranırken böyle bir tabelayla karşılaşmayı hiç beklemiyorduk. Tabelada Kıbrıs haritası gösteriliyor ve KKTC'nin olduğu taraf kırmızıya boyanmış ve altında "Unutmayacağız" yazıyor. Ancak tabelaya rağmen yaşayan halk kesinlikle böyle düşünmüyor.

Taşoz Adası

Taşoz adasına geçebilmek için Keramoti'den kalkan feribota bindik. Keramoti, sevimli ve küçük bir kasaba. Yazın çok sık olan feribot seferlerini ekim ayında olmamız nedeniyle azaltmışlar, ancak şansımıza feribot iskelesine ulaştığımızda kalkacak olan bir feribot vardı ve beklemeden ona bindik. Yalnız tuhafımıza giden, feribotta boş yerler olmasına rağmen, araçları kapı bile açılmıyacak kadar dip dibe parkettiriyor olmalarıydı. Feribotta Taşoz Adası-Keramoti sefer saatlerini yazan bir program vardı, ondan alıp dönüş için çantamıza attık.Programı alırken gözüme Taşoz adasının haritası ilişti. Haritanın üzerinde 6 euro fiyat yazıyordu, ben almaya yeltenmiştim ama neyseki nişanlım beni fiyatın çok olması nedeniyle durdurdu :) Normalde eli çok açık olan ve alalım dediğim hiçbirşeye karşı çıkmayan nişanlımın haritayı alma demesi garibime gitsede çok doğru bir karar verdiğini otele gidince anladım. Çünkü feribotta satılan haritanın çok daha güzelini kaldığımız otel bize bedava olarak verdi :) Feribot yaklaşık olarak 40 dakika sürdü, feribottan indikten sonra önceden booking.com üzerinden yaptığımız Akti Otele doğru gittik. Otelin hemen limanda yer alması nedeniyle otelin yerini bulmakta herhangi bir zorluk çekmedik.Otelde bizi çok sevimli bir bayan karşıladı. Eşyalarımızı bırakıp adayı gezeceğimizi söylediğimizde, bize adanın haritasını verdi ve hiç üşenmeden gitmemiz gereken yerleri tek tek anlattı.


Eşyalarımızı otele bıraktıktan sonra arabayla adayı turlamaya ve oteldeki bayanın bize işaretlediği yerlere gitmeye başladık. Adanın çevresi 90 km ve haritada da görebileceğiniz gibi denize girilecek pek çok plajı mevcut. Adanın tamamını turlamak araba ile yaklaşık olarak 2-2.5 saat sürüyor, yollar virajlı ve yol boyunca yemyeşil ormanlar size eşlik ediyor. Otelden çıktıktan sonra ilk istikametimiz bayanın çok övdüğü Saliara Plajı.Çok güzel bir ormanın içinden geçerken bir anda asfalt yol bitiyor ve gerçekten berbat kelimesinin bile az kalacağı bir yolu takip etmek zorunda kalıyorsunuz. Yoldan giderken kadına karşı duyduğumuz iyi hisler yerini öfkeye bırakmaya başlıyorduki gördüğümüz manzara karşısında dilimiz tutuldu ve kadının niçiin ısrarla gidin dediğini anladık.O kadar güzel bir manzara, o kadar muhteşem bir renk ve deniz karşıladıki bizi yolun berbatlığını anında unuttuk. Hayatımda gördüğüm en enfes koy... Taşoz adası beyaz mermerleriyle ünlüymüş ve Saliara Plajının üst kısmındaki yerler beyaz mermer dolu..Plajdada beyaz mermerleri görmek mümkün...Suyun rengini görünce cennete düştüm sanırım diyor insan...Gerçekten görülesi gidilesi ve yüzülesi bir yer....Ancak yola mutlaka dikkat etmek gerekiyor, dönerkende geldiğiniz yoldan gitmeniz gerekiyor, beyaz mermerlere doğru çıkarsanız kaybolmanız yada bir uçurumla karşılaşmanız çok mümkün. Arabanızın tozlanmasını,kirlenmesini yada yıpranmasını istemiyorsanız o yola sakın girmeyin. Saliara Plajı mutlaka görülesi bir yer ancak yol o kadar kötü ki iyi bir şöför olmalısınız, arabanız kirleneceğini, arabanın hoplaya zıplaya gideceğini ve yolun gerçekten berbat olduğunu kabul ederek gitmelisiniz. Hava karardığında ve yağmurluyken kesinlikle oraya gitmeyin.
Yanımıza mmayomuzu almadığımız için bin pişman olarak ve yazın mutlaka tekrar geleceğimize söz vererek Saliara Plajından ayrıldık ve adayı turlamaya devam ettik. Her gördüğümüz koyda adanın güzelliği karşısında büyülendik. Akşam otele döndüğümüzde yemek için nereye gidebileceğimizi sorduk ve hemen otelin arka sokağında bulunan Zorbas adlı yere yönlendirildik. Zorbasta Uzomuzu, balığımızı ve mezelerimizi sipariş ederek yemeğimize başladık. Biz yemeğimizi yerken arka masamıza da bir Türk grup geldi, yabancu memlekette Türklerle karşılaşmak pek bi hoşumuza gitti :) Zorbasta balık ve mezelerin hepsi çok ama çok lezzetliydi. Ahtapotu ve kalamarı kesinlikle tavsiye ediyorum. Fiyatlarda hiç abartı değil..

Ayrıca tatlımız ve Yunan salatamızda ikram olarak masamıza geldi.

Selanik

Ertesi sabah erkenden odamızı boşalttık ve ilk feribota binerek adadan ayrıldık. Bir sonraki rotamız Selanik'ti. Selanik'e doğru giderken otobanda yol üzerinde hiç benzinci yok, benzinciye gitmek için otobandan çıkıp az içeride bulunan benzinliklere gidip sonra tekrar otabana bağlanmanız gerekiyor. Bu da zaman kaybına ve boşuna fazla yol yapmanıza sebep olacağından otobana çıkmadan benzini doldurmanızı tavsiye ederim. Selanike doğru giderken otobanda belirli aralıklarla gişeler var. "toll post" yazısını gördüğünüzde gişenin geleceğini anlıyorsunuz ve 2.40 euro geçiş ücretini hazır hale getiriyorsunuz :)Selanik inanılmaz kalabalık ve çok büyük otopark sorunu olan bir şehir. Aracımızı parketmek için Atatürk'ün evinin çevresinde 3 tur atmamız gerekti. Bu arada şehri arabayla gezerken dikkatimizi çeken , çok fazla benzin istasyonu olduğu ve bu benzin istasyonlarının çoğunun binaların altında olduğu idi. Kapalı bir otoparka arabamızı sonunda bıraktıktan sonra Atatürk'ün evine gittik. Hep resimlerde gördüğümüz evi karşımızda görmek hem duygulandırdı, hem sevindirdi hemde Atamıza karşı derin bir özlem duygusu hissetmemize sebep oldu..Atatürk'ün doğduğu odada balmumundan yapılmış heykeli duruyor ve onu görünce gözlerinin dolmasına insan hakim olamıyor..
Atatürk'ün evini Selanikte kime sorsanız biliyor ve size gösteriyor ancak resmi olarak hiç biryerde yönlendirici tabela bulunmuyor. Atatürk'ün evi Selanik Başkonsolosluğu'nun hemen arkasında yer alıyor. Evin karşısında türkçe olarak "hediyelik eşya" yazan bir dükkan var, dükkanı Türkler işletiyor ve içinde evin maketlerini, evin resminin bulunduğu magnetleri vb. byulmanız mümkün.

Preveze


Tatilimizi planlarken Selanik'te Atatürk'ün evi dışında gitmek istediğimiz bir yer olmadığını farkettik bu nedenle evi gezdikten sonra Selanikte bir restoran yemeğimizi yiyip Prevezeye doğru yola çıktık. Selanik ile Preveze arası yaklaşık 4 saat sürüyor, ancak bazı yerlerde yollar tek şerite düşüyor ve zaman zaman trafik oluşabiliyor. Prevezeye doğru giderken yemyeşil yollardan geçtik ve camımızı açıp içeri dolan oksijenin tadını çıkarttık. Prevezeye vardığımızda yine booking.com üzerinden rezervasyon yaptığımız Preveza City Otel'e yerleştik. Otelde en garibimize giden taşozda kaldığımız otelin iki katı fiyatı olmasına rağmen, taşozdaki otelde cattle'ın olduğu ancak preveza city otelde odada cattle'ın olmadığıydı. Otele eşyaları bıraktıktan sonra akşam yemeğimizi yemek ve şehri turlamak için dışarı çıktık. Prevezenin akşamı inanılmaz hareketli ve kalabalık. Sahil şeridinde adım başı kafeler, restoranlar ve barlar mevcut. Bu restoranlardan birine oturduk, tam sipariş vericektik ki arkamızdaki 2 masanın da türk olduğunu keşfettik. Ülkemizden kilometrelerce uzakta bu kadar çok Türkle karşılaşmak bizi hem mutlu etti hemde itiraf ediyorum şaşırttı. Prevezenin bu kadar turistik olduğunu bilmiyorduk :) Restoranda çalışanlar çok güleryüzlü ve yardımsever. Bir akşam önce balık yediğimiz için et söyledik, yanınada oburluğumuzdan kalamar istedik, garson ise etle kalamar olmaz diyip bizi vazgeçirdi. Türkiyede olsa yeterki sipariş olsun, fiyat artsın diye vazgeçirmek bir yana şunu da getirelim bunuda getirelim zihniyeti olduğu için garsonun davranışı karşısında şoka girdik:) Yemeğimizi bitirdikten ve türklerle muhabbet ettikten sonra şehri yürüyürek turlamaya devam ettik. Ertesi sabah Preveze'nin sahilini birde gündüz gözüyle gezelim istedik ve sahilde biraz turladık. Bir sürü balıkçı taze taze tuttukları balıkları yanyana kasalarda satarken Türkler ile Yunanların aslında ne kadar da çok benzeştiğini farkettiik.

Parga

Prevezeden tatilimizdeki son durağımız olan Pargaya doğru yola çıktık. Preveze Parga arası yaklaşık 1 saatlik mesafe,Pargaya giderken sahil tarafından yemyeşil ağaçların içinden çok güzel bir yoldan geçiyorsunuz. Muhteşem Yüzyıl dizisiyle ülkemizde adı anılmaya başlayan Pargayı rotamıza almaktaki tek sebebimiz Prevezeye gitmişken Pargayı görmeden dönmüş olmamaktı. Ancak Pargayı gördükten sonra keşke tüm tatili sadece Pargada geçirseymişiz diye hissettik:)Gezdiğimiz gördüğümüz yerlerin hepsi çok güzeldi ve hepsine iyki gitmişiz desek de Parganın apayrı bir güzelliği vardı. Balayımız için Pargaya mı gitsek diye düşünmüyor değiliz :))Muhteşem bir manzara, muhteşem bir deniz, doğal güzellikler... Hepsini Pargada bulmak mümkün. Tepeden baktığınızda Amasrayı hatırlatıyor hatta :)Oraya kadar gitmişken Parga Kalesine çıkıp muhteşem manzaraya birde oradan bakmak lazım :)

Pargadan aklımız Pargada kalarak ayrılıyor ve Türkiyeye dönüş yoluna geçiyoruz. Tatilin her anından inanılmaz keyif alarak, gezerek, görerek, gerçekten çok güzel bir tatil geçirdik. Kısa sürede çok uzak mesafelere gitmiş olsak da gördüğümüz güzelliklerin verdiği huzur hepsine değdi açıkçası...Bu nedenle fırsatını bulursak böyle bir rotayı gerçekleştirmenizi tavsiye ederim, pişman olmayacaksınızdır eminim..